Yarım Kalan “Çocuk”luk
Bazı “çocuk”lar için yeni bir gün oyunlarla, kahkahalarla dolu bir maceraya çağrıydı. Ama bazıları için yeni gün, yeniden üstlenilmesi gereken sorumlulukların hatırlatıcısıydı. İşte o çocuklardan biri henüz ayakkabılarına sığan ayaklarıyla önce mutfağa giderdi. Bir şeyler hazırlardı, sonra kendini daha sonra kardeşlerini… Bu sanki onun doğuştan gelen bir göreviydi.
Babasının yorgun nefes alış verilerini dinlerdi geceleri, annesinin üstüne sinmiş sessizliğin sebebini anlamaya çalışırdı. Bir kavga bittiğinde bile savaşın izleri evin duvarlarında yankılanır, o bu yankıların arasında çocukluğunu yitirdiğini hissederdi. “Sen ablasın, sen abisin, sen yaparsın” kelimeleri hayatının ilk dersi oldu. Çocukken abla olmak ya da abi olmak, bir statü değil, bir yüklenmeydi.
Bazı geceler annesini teselli ederken bulurdu kendini büyümek zorunda kaldığının farkında olmadan. Erken olgunlaşmak zorunda kalmak, düşmekten korkmadan yürümeyi öğrenmek, çözüm üretmeye çocuk beynini zorlamak demekti.
Ve sonra büyüdü. Bedeniyle birlikte anıları da büyüdü. Yüklerini daha iyi tasnif eder oldu. Ama ne zaman bir çocuk kahkahası duysa içinde hala sarmalanmayan o çocuk yanını hissediyordu. Böylesine ağır bir sorumluluğun, çocuk ruhunu ne kadar yıprattığını da nereden bilebilirdi ki…
Zamanla, iyileşmenin yolunu buldu. Kendisiyle yeniden bağ kurmaya karar verdi. O çocuk yanıyla temasa geçti. Kendisine hak ettiği sevgiyle yanında olacağına söz verdi. Bu kolay bir süreç değildi tabii. Geçmişi kabul etmek, eksik kalan anları kabullenmek ve bu eksikliklerin onun kimliğini tanımlamadığını anlamak zaman aldı. Küçük zaferler kazandı belki. Kendine bir kahvaltı hazırlamak, kimseye bağlı olmadan bir karar almak, hayır demeyi, öğrenmek gibi. Bu zaferler onu biraz daha tamamladı.
Bugün o büyük sorumluluklar almış çocukluğunu anımsarken aynı zamanda içine bir bağışlama isteği doldu. Erken büyümek zorunda kalan çocukluğunu aldı karşısına. Hayaliyle sarıldı. Zaman, çocukluğu elinden almış olabilirdi ama onun verdiği hayal gücü hala onunlaydı. Bir gün her zamanki gibi aynada kendisine bakarken gözlerindeki yorgunluğu fark etti. Yüzünde yılların yükü vardı, ama içinde bir yerlerde hala o çocuk çırpınıyordu. Ona bir şans daha vermek istedi.
O gün bir karar aldı. Yeniden çocuk olmanın yollarını keşfedecekti. Kendini suçlamayı bıraktı. Mükemmel olmak zorunda olmadığını kabul etti. Gördüğü ilk parktaki salıncağa oturdu. Ayaklarını yerden kesip gökyüzüne yükseldikçe, kendisini o eski yaz akşamlarına dönmüş gibi hissetti. Hayatın basit zevklerini yeniden öğreniyordu artık.
Bazen geçmişindeki gölgeler yanına yaklaşıyor, “Sen bunu hak etmiyorsun” diye fısıldıyordu. Ama artık onların sesini bastırmayı öğrenmişti. Çünkü o ses onu değil, başkalarının yüklerini temsil ediyordu. Onlara ait olanı onlara iade etti ve kendi çocukluk hayallerine sahip çıktı.
Yavaş yavaş çocukluğunu yeniden inşa etti. Her gün, kendine o küçük çocuğun hayalini kurduğu bir şey yapma izni verdi. Bir resim çizdi hatta bazen çimlerin üstüne uzanıp bulutların şekillerine baktı.
Ve sonunda fark etti ki yeniden çocuk olmak demek kaybettiği zamanı geri almak değildi. O zamanların kendisine kazandırdığı gücü, masumiyeti ve sevgiyi yeniden keşfetmekti.
Klinik Psk. Eda Nur Alan